Platon'un Devlet diyaloğunda ruhu tasvir ederken üç bölüm olarak tanımlamıştır ve bu tanım tarih boyunca insan doğasını anlamlandırmaya çalışan pek çok düşünceye temel teşkil etmiştir.
Platon ruhu oluşturan üç temel yapıyı
şeklinde tanımlamıştır, fakat akıl, duygu ve arzu kelimelerinin anlamları Palton terminolojisinde biraz daha farklı anlamlara sahiptir.
Platon'un ruh için kullandığı kelime psüke aslında daha çok canlılık veren şey anlamındadır ve ilk defa Platon aklın canlılık veren psükeden kaynaklanan bir şey olduğunu ileri sürmüştür.
Ondan önce aklın daha çok yürekle, kalple, duygularla ilgili olduğu düşünülmekteydi ve de ruhun ölümsüz olduğunu da ilk defa Platon bu kadar detaylı argümanlara oturtarak kanıtlamaya çalışmıştır. Dolayısıyla Platon'da hatta Geç Antik Döneme kadar da ruh bir çeşit hayalet anlamında değil de, can, canlılık, canlılık kaynağı, benlik kavramlarını kapsayacak biçimde değerlendirilmelidir.
Phaidon diyaloğu, Sokrates'in idama mahkûm edildikten sonra zehir içirilerek öldürülmeden hemen önceki saatlerde yakınlarıyla son anlarını anlatır.
Tartışmanın konusu ruhun ölümsüzlüğüdür çünkü ruhun ölümsüz olduğuna dolayısıyla ölümün yok olmak olmadığına inanan Sokrates ölümüne hiç de üzülmemektedir, üstelik arkadaşlarının onu kurtarıp başka şehre kaçırma tekliflerini de reddetmektedir.
Dostları da Sokrates'e ruhun ölümsüzlüğünden nasıl bu kadar emin olabildiğini sorarlar. Sokrates ideaların varlığına inandığını, bütün düşüncesinin bunun üstüne kurulu olduğunu söyler, ruh da idealar gibi algısal değil düşüncede bir şeydir, idealar gibi değişmeyen, mutlak ve mükemmeldir; dolayısıyla zamandan ve mekandan bağımsız olmalı, dolayısıyla da doğmamış ve ölümsüz olmamalıdır.
Üçüncü argüman: benzerlik argümanı
Ölen şey bedendir; ancak beden zaten her zaman ölüdür ve her zaman parçalanmakta ve dağılmaktadır, ruh ise onun karşıtı olarak her zaman yaşamakta ve her zaman bir olmaktadır
birinci argüman: döngüsellik ya da zıtlık argümanı
Ayrıca bir şeyi bilebilmemiz o bilgi ruhumuzda zaten var olduğu için mümkündür, yoksa bulduğumuz bir şeyin bilgi olup olmadığını bile anlayamazdık.
Menon paradoksu olarak bilinen, Menon diyaloğunda ele alınan bilgi paradoksu
Bilgiye ulaşabilmemiz için gerçeğin ruhumuzda biz doğmadan önce olması gerekir, dolayısıyla ruhun bilgiyle beraber her zaman var olması gerekir.
ikinci argüman: hatırlama argümanı
Aslında diyaloğun gidişatı dostlarının Sokrates'i iddiasını savunması için gerçekten sorgulamasından çok, sanki Sokrates ölmeden önce ondan duymak istedikleri şeyleri son bir kez dinlemek için ona sorular sormaları gibidir ya da onun hep anlatmayı sevdiği şeyleri son bir kez daha anlattırmaya çalışmaktadırlar. Çünkü sonuncu argümandan önce Cebes Sokrates'e şu ana kadar dediklerinin ruhun bedenden bağımsız bir şey olduğunu ve doğumdan önce ve sonra var olduğunu kanıtladığını; ancak ruhun ölümsüz olduğunu kanıtlamadığını söylediğinde Sokrates uzun bir konuşmayla kendi düşünsel hayatını anlatıp ideaların var olması gerektiği sonucuna nasıl vardığını anlatır.
Her şeyin altında yatan temel nedenleri arayan Sokrates maddeye dayanan açıklamaların hiçbirini beğenmemiştir, çünkü maddi nedenler her zaman göreceli ve değişken kalmakta, mutlak dayanaklar oluşturamamaktadır. Dolayısıyla bir şeyin nedeni o şeyin kendi olan, mutlak değişmeyen bir idea olmalıdır.
3 sayısının nedeni 1 + 2 ya da 1 + 1 + 1 değil, 3'ün kendi yani 3 ideasıdır.
Aynı şekilde yaşamın da bir ideası olduğunu iddia eden Sokrates, yaşayan her şeye yaşamın kendi olan ideanın, yani yaşam ideasının canlılık verdiğini, ruh da yaşam ideasından pay aldığı için bu özelliğini kaybedemeyeceğini söyler. Ruh ölümsüzdür çünkü yaşam ideası ruhu zorunlu olarak canlı kılmaktadır.
Platon Phaidon, Devlet ve Timaios gibi pek çok diyaloğunda bir çeşit reenkarnasyona ve ruhun saflaştırılması veya kirletilmesi sürecine inanmaktadır.
Beden maddi olduğu için maddenin doğal konumu dünyadır, dolayısıyla yaşarken ne kadar bedensel olana yönelirsek ruhumuz o kadar maddi olanla karışır, dolayısıyla da öldüğümüzde tekrar maddi olanla beraber kalarak dünyada bir başka hayata başlar. Fakat ruhumuzun özüne dönüp onu ne kadar maddi olandan arındırırsak öldüğümüzde de o kadar kolayca maddesel olandan uzaklaşarak kendi özünün hâkim olduğu ruhsal varlığa ulaşır.
Antik Yunan'da ölen ruhların gittiği yere Hades deniyordu. Hades aynı zamanda yeraltı tanrısının da ismidir ama Platon'un döneminde daha çok yer ismi olarak kullanılıyordu ve o dönemde cennet, cehennem, kıyamet, ölümden sonra sorgulama gibi mitler yoktu. Ancak Antik Yunan'da reenkarnasyon yaygın bir inanış değildir.
Fakat Sokrates açıkça
bütün hayatın aslında kendini ölüme hazırlamak olduğunu, ne kadar iyi ölürsek ölümden sonra ruhumuzun o kadar iyi temizlenmiş bir halde ruhsal özüne kavuşacağını ve maddi dünyadan kurtulup tanrısallığa ulaşacağını iddia etmekte, öldükten sonra Homeros'ta geçen Aias, Odysseus gibi kahramanlarla görüşmeyi, onlarla sonsuza dek gerçeği konuşmayı hayal etmektedir.
Bu açıdan pek çok insan Platon'u mitolojik pagan tanrısallık ve evren anlayışından Orta Çağ Hristiyan ve İslam anlayışına geçişte önemli bir adım olarak görmekte, kendi coğrafyasında ruhaniliğin ve tinselliğin, hatta günümüzdeki anlamıyla dinin kurucusu olarak görmektedir.
Fakat Devlet diyaloğuna geldiğimizde ruh bedenle daha iç içe anlatılan ve Phaidon'daki gibi bir olsa da, parçalarından bahsedilen bir şeydir artık. Aslında sadece akıl ruhun ideal bileşenidir, Phaidon'da Sokrates, öldüğünde bedenin bütün sıkıntılarından kurtulmuş saf akıl olarak gerçek filozoflarla öbür dünyada sonsuza dek gerçeği konuşmaya gideceğine inanmaktadır.
Fakat Devlet diyaloğunda ruh bedenin etkilenimleriyle beraber açıklanmaktadır. Platon en baştan ruhta birbirine zıt etkilenimler olduğunu, fakat birbirine zıt etkilenimlerin kaynağının aynı olamayacağını, dolayısıyla ruhta birbirine zıt etkilenimlere yol açan farklı kaynaklar olması gerektiğini savunur.
Örneğin acıktığımız için yemek yemeyi isteriz ancak aynı anda mesela yemeği beğenmediğimiz için yemek yemeyi istemeyebiliriz.
Arzular ἐπιθυμητικόν Platon'a göre akla en uygun olmayan etkilerdir, onlar en maddi şeylerin peşindedir, daha çok bir çeşit maddeye dönük dürtü, kaba iştah olarak anlaşılırlar; cinsel haz isteği, açlık, susuzluk bunlardandır. Platon arzuların doyuruldukları organlara denk gelen bel ve kasıklardan kaynaklandığını söyler.
Duygular θυμοειδές ise Platon'a göre bizim duygu diyeceğimiz her şeyi kapsamaz, daha çok bir çeşit cesaret enerjisi, öfkeyle birlikte gelen güç, bir kuvvet etkileniminden bahsetmektedir, zaten thumos kelimesi daha çok yürek olarak çevrilebilecek bir anlama gelmektedir ve Platon thumos'un göğüsten kaynaklandığını söyler.
Akıl ise ruhun gerçeği arayan ve onu bulmak için çabalayan kısmıdır, ruha esas yön vermesi gereken akıl olduğu için vücuda esas yön vermesi gereken yerde yani beyindedir. Phaidros diyaloğunda Platon ruhun doğru yönetimini açıklamak için at arabası metaforunu verir:
arzular ve duygular arabayı çeken iki at, akılsa onları yönlendiren arabacı olmalıdır.
Dolayısıyla bir anlamda aklın bedene ve bedensel etkilenimlere hükmeden olması gerektiğini söylerken, arzuların ve duyguların yok edilmesi gerektiğini iddia etmemektedir, fakat onların doğru biçimde, olması gerektiği gibi, doğalarına uygun olarak ruha etki etmeleri gerektiğini yani aklın kontrolüne girmeleri gerektiğini söylemektedir.